
Az-Zukhruf
بِسْمِ ٱللَّٰهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Bismi Llahi Rahmani Rahim
43:1
حٰمٓؕ
— Français —
Ha, Mim.
— Türkçe —
Hâ-mîm.
43:2
وَالْكِتَابِ الْمُبٖينِۙ
— Français —
Par le Livre explicite !
— Türkçe —
Aydınlatan kitaba yemin olsun ki,
43:3
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ
— Français —
Nous en avons fait un Coran arabe afin que vous raisonniez.
— Türkçe —
Anlayıp düşünesiniz diye onu Arapça Kur’an olarak indirdik.
43:4
وَاِنَّهُ فٖٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكٖيمٌؕ
— Français —
Il est auprès de Nous, dans l’Ecriture-Mère (l’original du ciel), sublime et rempli de sagesse.
— Türkçe —
Kuşkusuz o, katımızdaki ana kitaptadır; çok yücedir, hikmetle doludur.
43:5
اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحاً اَنْ كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِفٖينَ
— Français —
Quoi! Allons-Nous vous dispenser du Rappel [le Coran] pour la raison que vous êtes des gens outranciers ?
— Türkçe —
Siz kıymet bilmez bir topluluksunuz diye biz de sizi Kur’an ile uyarmaktan vaz mı geçelim?
43:6
وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّلٖينَ
— Français —
Que de Prophètes avons-Nous envoyés aux Anciens !
— Türkçe —
Sizden önce gelip geçenlere de nice peygamberler gönderdik.
43:7
وَمَا يَأْتٖيهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
— Français —
et pas un Prophète ne leur venait qu’ils ne le tournaient en dérision.
— Türkçe —
Kendilerine gelen her peygamber ile alay edip durdular.
43:8
فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّلٖينَ
— Français —
Nous avons fait périr de plus redoutables qu’eux! Et on a déjà cité l’exemple des anciens.
— Türkçe —
Bunlardan daha zorba olanları da silip süpürdük. Gelip geçenlerin örnek hikâyeleri (ilâhî kitaplarda) daha önce de anlatılmıştır.
43:9
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزٖيزُ الْعَلٖيمُۙ
— Français —
Et si tu leur demandes : "Qui a créé les cieux et la terre ?" Ils diront très certainement : "Le Puissant, l’Omniscient les a créés".
— Türkçe —
Kendilerine “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan tereddüt etmeden, “Onları sonsuz güç ve ilim sahibi yarattı” diyeceklerdir.
43:10
اَلَّذٖي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَجَعَلَ لَكُمْ فٖيهَا سُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
— Français —
Celui qui vous a donné la terre pour berceau et vous y a tracé des sentiers afin que vous vous guidiez ;
— Türkçe —
Yeri sizin için döşek kılan, gideceğiniz yere şaşmadan varasınız diye orada size yollar yaratan O’dur.
43:11
وَالَّذٖي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِهٖ بَلْدَةً مَيْتاًۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
— Français —
Celui qui a fait descendre l’eau du ciel avec mesure et avec laquelle Nous ranimons une cité morte [aride]. Ainsi vous serez ressuscités ;
— Türkçe —
Gökten ölçülü olarak su indiren de O’dur. Onunla ölü bir beldeye yeniden hayat veririz. İşte siz de böyle diriltilip çıkarılacaksınız.
43:12
وَالَّذٖي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ
— Français —
Celui qui a créé les couples dans leur totalité et a fait pour vous, des vaisseaux et des bestiaux, des montures,
— Türkçe —
Bütün çiftleri yaratan, bineceğiniz gemileri ve hayvanları sizin için var eden de O’dur.
43:13
لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِهٖ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذٖي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنٖينَۙ
— Français —
afin que vous vous installiez sur leurs dos, et qu’ensuite, après vous y être installés, vous vous rappeliez le bienfait de votre Seigneur et que vous disiez : "Gloire à Celui qui nous a soumis tout cela alors que nous n’étions pas capables de les dominer.
— Türkçe —
﴾13-14﴿ Var etti ki, sırtlarına binesiniz, sonra üzerine yerleştiğinizde rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve şöyle diyesiniz: “Bunu bize boyun eğdiren Allah noksanlardan münezzehtir, yoksa biz buna güç yetiremezdik! Ve biz kuşkusuz rabbimize geri döneceğiz.”
43:14
وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
— Français —
C’est vers notre Seigneur que nous retournerons."
43:15
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهٖ جُزْءاًؕ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبٖينٌؕ
— Français —
Et ils Lui firent de Ses serviteurs une partie [de Lui-Même]. L’homme est vraiment un ingrat déclaré!
— Türkçe —
Kimi kullarını O’nun bir parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankör!
43:16
اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَنٖينَࣖ
— Français —
Ou bien Se serait-Il attribué des filles parmi ce qu’Il crée et accordé à vous par préférence des fils ?
— Türkçe —
Yoksa O, yarattıkları arasından kızları kendisinin saydı da erkek çocukları size mi ayırdı?
43:17
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظٖيمٌ
— Français —
Or, quand on annonce à l’un d’eux (la naissance) d’une semblable de ce qu’il attribue au Tout Miséricordieux, son visage s’assombrit d’un chagrin profond.
— Türkçe —
Onlardan biri, Rahmân’a yakıştırdığı (kız çocuğu) ile müjdelenince öfkeye kapılarak yüzü mosmor olur.
43:18
اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبٖينٍ
— Français —
Quoi ! Cet être (la fille) élevé au milieu des parures et qui, dans la dispute, est incapable de se défendre par une argumentation claire et convaincante ?
— Türkçe —
“Mücadelede başarısız olarak ömrünü süslenmekle geçirecek olan kız çocuğu mu?” diye öfkeyle sorar.
43:19
وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذٖينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًؕ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْؕ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
— Français —
Et ils firent des Anges qui sont les serviteurs du Tout Miséricordieux des [êtres] féminins! Etaient-ils témoins de leur création? Leur témoignage sera alors inscrit; et ils seront interrogés.
— Türkçe —
Rahmân’ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Yoksa yaratılışlarına tanık mı oldular? Tanıklıkları kaydedilecek ve bundan sorguya çekileceklerdir.
43:20
وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْؕ مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍࣗ اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَؕ
— Français —
Et ils dirent : "Si le Tout Miséricordieux avait voulu, nous ne les aurions pas adorés". Ils n’en ont aucune connaissance; ils ne font que se livrer à des conjectures.
— Türkçe —
“Rahmân dileseydi biz onlara ibadet etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur, yalnızca boş bir iddiada bulunuyorlar.
43:21
اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِهٖ فَهُمْ بِهٖ مُسْتَمْسِكُونَ
— Français —
Ou bien, leur avions-Nous donné avant lui [le Coran] un Livre auquel ils seraient fermement attachés ?
— Türkçe —
Yoksa bundan (Kur’an’dan) önce kendilerine bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?
43:22
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
— Français —
Mais plutôt ils dirent : "Nous avons trouvé nos ancêtres sur une religion, et nous nous guidons sur leurs traces".
— Türkçe —
Hayır hayır! Onların dedikleri şundan ibarettir: “Biz babalarımızı bir inanç üzerinde bulduk, elbette biz onların izlerinden giderek doğru yolu buluruz.”
43:23
وَكَذٰلِكَ مَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فٖي قَرْيَةٍ مِنْ نَذٖيرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ
— Français —
Et c’est ainsi que Nous n’avons pas envoyé avant toi d’avertisseur en une cité sans que ses gens aisés n’aient dit : "Nous avons trouvé nos ancêtres sur une religion et nous suivons leurs traces".
— Türkçe —
Aynı şekilde senden önce de hiçbir topluluğa bir uyarıcı göndermedik ki, topluluğun zevku sefâya dalmış kesimi şöyle demiş olmasınlar: “Biz atalarımızı bir inanç üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz.”
43:24
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِاَهْدٰى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ اٰبَٓاءَكُمْؕ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِهٖ كَافِرُونَ
— Français —
Il dit : "Même si je viens à vous avec une meilleure direction que celle sur laquelle vous avez trouvé vous ancêtres ?" Ils dirent : "Nous ne croyons pas au message avec lequel vous avez été envoyés".
— Türkçe —
Peygamber, “Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz yoldan daha doğrusunu getirsem de mi?” diye sordu. Onlar da, “Biz sizin getirdiğiniz mesajı inkâr ediyoruz” cevabını verdiler.
43:25
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبٖينَࣖ
— Français —
Nous Nous vengeâmes d’eux. Regarde ce qu’il est devenu de ceux qui criaient au mensonge.
— Türkçe —
Onlara hak ettikleri cezayı verdik; gerçeği yalan sayanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak!
43:26
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ وَقَوْمِهٖٓ اِنَّنٖي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ
— Français —
Et lorsqu’Abraham dit à son père et à son peuple : "Je désavoue totalement ce que vous adorez,
— Türkçe —
﴾26-27﴿ Bir zamanlar İbrâhim babasına ve topluluğuna şöyle demişti: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım, beni yaratan başkadır (ancak O’na ibadet ederim). O bana doğru yolu gösterecektir.”
43:27
اِلَّا الَّذٖي فَطَرَنٖي فَاِنَّهُ سَيَهْدٖينِ
— Français —
à l’exception de Celui qui m’a créé, car c’est Lui en vérité qui me guidera".
43:28
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فٖي عَقِبِهٖ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
— Français —
Et il en fit une parole qui devait se perpétuer parmi sa descendance. Peut-être reviendront-ils ?
— Türkçe —
Bunu, peşinden gelecekler arasında devam edecek bir söz olarak dile getirdi. Umulur ki buna dönerler.
43:29
بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُبٖينٌ
— Français —
Mais à ces gens ainsi à leurs ancêtres, J’ai accordé la jouissance jusqu’à ce que leur vinrent la Vérité (le Coran) et un Messager explicite.
— Türkçe —
Bunları ve atalarını ise gerçeğin bilgisi (Kur’an) ve aydınlatıcı elçi gelinceye kadar dünya nimetlerinden yararlandırıp yaşattım.
43:30
وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِهٖ كَافِرُونَ
— Français —
Et quand la Vérité leur vint, ils dirent : "C’est de la magie et nous n’y croyons pas".
— Türkçe —
Gerçeğin bilgisi gelince, “Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz” dediler.
43:31
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظٖيمٍ
— Français —
Et ils dirent : "Pourquoi n’a-t-on pas fait descendre ce Coran sur un haut personnage de l’une des deux cités ?" (la Mecque et Taef).
— Türkçe —
“Bu Kur’an, şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!” diye de eklediler.
43:32
اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَؕ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعٖيشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضاً سُخْرِياًّؕ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
— Français —
Est-ce eux qui distribuent la miséricorde de ton Seigneur ? C’est Nous qui avons réparti entre eux leur subsistance dans la vie présente et qui les avons élevés en grades les uns sur les autres, afin que les uns prennent les autres à leur service. La miséricorde de ton Seigneur vaut mieux, cependant, que ce qu’ils amassent.
— Türkçe —
Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık. Bir kısmı diğerini istihdam etsin diye kimini kiminden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.
43:33
وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ
— Français —
Si les hommes ne devaient pas constituer une seule communauté (mécréante), Nous aurions certes pourvu les maisons de ceux qui ne croient pas au Tout Miséricordieux, de toits d’argent avec des escaliers pour y monter ;
— Türkçe —
Eğer insanlar tek tip bir topluluk haline gelecek olmasaydı rahmânı inkâr edenlerin evlerine (her biri) gümüşten tavan, yukarı çıkmak için kullanacakları merdivenler yapardık.
43:34
وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَاباً وَسُرُراً عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ
— Français —
(Nous aurions pourvu) leurs maisons de portes et de divans où ils s’accouderaient,
— Türkçe —
﴾34-35﴿ (Ayrıca) evleri için kapılar, üzerlerinde yaslanıp istirahat edecekleri koltuklar yapar, altınla da süslerdik. Ama bunların hepsi dünya hayatına ait geçici faydalardan ibarettir, rabbinin katında âhiret (mutluluğu) ise takvâ sahiplerine mahsustur.
43:35
وَزُخْرُفاًؕ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاؕ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقٖينَࣖ
— Français —
ainsi que des ornements. Et tout cela ne serait que jouissance temporaire de la vie d’ici-bas, alors que l’au-delà, auprès de ton Seigneur, est pour les pieux.
43:36
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَرٖينٌ
— Français —
Et quiconque s’aveugle (et s’écarte) du rappel du Tout Miséricordieux, Nous lui désignons un diable qui devient son compagnon inséparable.
— Türkçe —
Allah’ın mesajını görmezden gelen kimseye bir şeytan tahsis ederiz; artık bu onun arkadaşıdır.
43:37
وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبٖيلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
— Français —
Ils (Les diables) détournent certes [les hommes] du droit chemin, tandis que ceux-ci s’estiment être bien guidés.
— Türkçe —
Kendilerini doğru yolda zannederken bu şeytanlar onları yoldan saptırıp dururlar.
43:38
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنٖي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرٖينُ
— Français —
Lorsque cet [homme] vient à Nous, il dira [à son démon] : "Hélas ! Que n’y a-t-il entre toi et moi la distance entre les deux orients [l’Est et l’Ouest] !" - Quel mauvais compagnon [que tu es] !
— Türkçe —
Sonunda o kişi bize gelince -şeytana hitaben- “Keşke seninle aramız doğu ile batı kadar uzak olsaydı!” der. Ne kötü arkadaş!
43:39
وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
— Français —
Il ne vous profitera point ce jour-là - du moment que vous avez été injustes - que vous soyez associés dans le châtiment.
— Türkçe —
Zulmederek hak ettiğiniz için çekmekte olduğunuz azapta ortak olmanız bugün size bir fayda sağlamayacaktır.
43:40
اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ
— Français —
Est-ce donc toi qui fait entendre les sourds ou qui guide les aveugles et ceux qui sont dans un égarement évident?
— Türkçe —
Sen sağıra duyurmak veya köre yahut apaçık sapkınlık içinde bulunan kimseye yol göstermek mi istiyorsun?
43:41
فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ
— Français —
Soit que Nous t’enlevons [te ferons mourir] et alors Nous Nous vengerons d’eux ;
— Türkçe —
﴾41-42﴿ Ya seni alıp götüreceğiz, onlara da hak ettikleri cezayı vereceğiz yahut kendilerine yapacağımızı söylediğimiz şeyi sana göstereceğiz; onlara dilediğimizi yapabiliriz!
43:42
اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذٖي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ
— Français —
Ou bien que Nous te ferons voir ce que Nous leur avons promis [le châtiment] ; car Nous avons sur eux un pouvoir certain.
43:43
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّـذٖٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
— Français —
Tiens fermement à ce qui t’a été révélé car tu es sur le droit chemin.
— Türkçe —
Artık sana vahyolunan kitaba sımsıkı sarıl; şüphesiz sen doğru yoldasın.
43:44
وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ
— Français —
C’est certainement un rappel [le Coran] pour toi et ton peuple. Et vous en serez interrogés.
— Türkçe —
O kitap sana ve kavmine bir hatırlatmadır; yakında sorgulanacaksınız.
43:45
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاࣗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَࣖ
— Français —
Et demande à ceux de Nos messagers que Nous avons envoyés avant toi, si Nous avons institué, en dehors du Tout Miséricordieux, des divinités à adorer ?
— Türkçe —
Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor bakalım, “Rahmândan başka tapılacak ilâhlar belirlemiş miyiz?”
43:46
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهٖ فَقَالَ اِنّٖي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
— Français —
Nous avons effectivement envoyé Moïse avec Nos miracles, à Pharaon et à ses notables. Il dit : "Je suis le Messager du Seigneur de l’univers".
— Türkçe —
Mûsâ’yı, mûcizelerimizle destekleyerek Firavun ve çevresine gönderdik. (Onlara) “Ben âlemlerin rabbinin elçisiyim” dedi.
43:47
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ
— Français —
Puis lorsqu’il vint à eux avec Nos miracles, voilà qu’ils en rirent.
— Türkçe —
Onlara mûcizelerimizi gösterince bunlara gülüverdiler.
43:48
وَمَا نُرٖيهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاؗ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
— Français —
Chaque miracle que Nous leur montrions était plus probant que son précédent. Et Nous les saisîmes par châtiment, peut-être reviendront-ils [vers Nous].
— Türkçe —
Oysa kendilerine gösterdiğimiz her mûcize bir diğerinden daha büyüktü. Belki yanlış yoldan dönerler diye kendilerini felâketlerle sarstık.
43:49
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ
— Français —
Et ils dirent: "Ô magicien ! Implore pour nous ton Seigneur au nom de l’engagement qu’Il a pris envers toi. Nous suivrons le droit chemin".
— Türkçe —
Bunun üzerine şöyle dediler: “Ey büyücü! Rabbinin seninle sözleşmesine uygun olarak bize dua et, artık biz doğru yola döneceğiz.”
43:50
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
— Français —
Puis quand Nous eûmes écarté d’eux le châtiment, voilà qu’ils violèrent leurs engagements.
— Türkçe —
(Dua sebebiyle) onların başından felâketi uzaklaştırınca bir de bakıyorsun sözlerinden dönüveriyorlar.
43:51
وَنَادٰى فِرْعَوْنُ فٖي قَوْمِهٖ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ لٖي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْرٖي مِنْ تَحْتٖيۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَؕ
— Français —
Et Pharaon fit une proclamation à son peuple et dit: "ô mon peuple ! Le royaume de Misr [l’Egypte] ne m’appartient-il pas ainsi que ces canaux qui coulent à mes pieds ? N’observez-vous donc pas ?
— Türkçe —
﴾51-53﴿ Firavun kavmine seslenerek şöyle dedi: “Ey milletim! Mısır’ın mülkiyeti benim değil mi? Şu ırmaklar ayaklarımın altında akmıyor mu? Bunları görmüyor musunuz? Ayrıca ben bu değersiz, neredeyse söylediğini anlatmaktan âciz adamdan daha iyi değil miyim? (O bir peygamber ise) kendisine altın bilezikler indirilse yahut dizi dizi melekler onunla birlikte gelseler ya!”
43:52
اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذٖي هُوَ مَهٖينٌ وَلَا يَكَادُ يُبٖينُ
— Français —
Ne suis-je par meilleur que ce misérable qui sait à peine s’exprimer ?
43:53
فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِنٖينَ
— Français —
Pourquoi ne lui a-t-on lancé des bracelets d’or ? Pourquoi les Anges ne l’ont-ils pas accompagné ?"
43:54
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُؕ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِقٖينَ
— Français —
Ainsi chercha-t-il à étourdir son peuple et ainsi lui obéirent-ils car ils étaient des gens pervers.
— Türkçe —
Firavun bu konuşmalarla halkının aklını çeldi, hemen ona boyun eğdiler; onlar zaten yoldan çıkmış bir topluluk idi.
43:55
فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَعٖينَۙ
— Français —
Puis lorsqu’ils Nous eurent irrité, Nous Nous vengeâmes d’eux et les noyâmes tous.
— Türkçe —
Bize karşı öfkelendirici davranışlarını sürdürünce onlara hak ettikleri cezayı verdik ve hepsini suya gömdük.
43:56
فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفاً وَمَثَلاً لِلْاٰخِرٖينَࣖ
— Français —
Nous fîmes d’eux un antécédent et un exemple [une leçon] pour la postérité.
— Türkçe —
Onları, arkadan gelecek diğerlerinin geçmişi ve ibretlik örneği kıldık.
43:57
وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلاً اِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
— Français —
Quand on cite l’exemple du fils de Marie, ton peuple s’en détourne,
— Türkçe —
Meryem’in oğlu misal olarak zikredilince senin kavmin bundan dolayı hemen yaygarayı basıyorlar.
43:58
وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَؕ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلاًؕ بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
— Français —
en disant : "Nos dieux sont-ils meilleurs, ou bien lui ?" Ce n’est que par polémique qu’ils te le citent comme exemple. Ce sont plutôt des gens chicaniers.
— Türkçe —
“Bizim tanrılarımız mı iyi yoksa o mu?” diyorlar. Bu karşılaştırmayı sırf sana karşı çıkmış olmak için yapıyorlar. Onlar gerçekten inatçı bir muhalefet!
43:59
اِنْ هُوَ اِلَّا عَبْدٌ اَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلاً لِبَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَؕ
— Français —
Il (Jésus) n’était qu’un Serviteur que Nous avions comblé de bienfaits et que Nous avions désigné en exemples aux Enfants d’Israël.
— Türkçe —
Îsâ, kendisine lutuflarda bulunduğumuz ve İsrâiloğulları’na ilâhî kudretin örneği kıldığımız bir kuldur ancak.
43:60
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلٰٓئِكَةً فِي الْاَرْضِ يَخْلُفُونَ
— Français —
Si Nous voulions, Nous ferions de vous des Anges qui vous succéderaient sur la terre.
— Türkçe —
İsteseydik sizin yerinize, yeryüzünde egemen olacak melekler yaratırdık.
43:61
وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِؕ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقٖيمٌ
— Français —
Il sera un signe au sujet de l’Heure. N’en doutez point. Et suivez-moi : voilà un droit chemin.
— Türkçe —
Bilin ki, o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Bu dosdoğru yoldur.
43:62
وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ
— Français —
Que le Diable ne vous détourne point ! Car il est pour vous un ennemi déclaré.
— Türkçe —
Şeytan sizi sakın doğru yoldan engellemesin, o sizin apaçık düşmanınızdır.
43:63
وَلَمَّا جَٓاءَ عٖيسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذٖي تَخْتَلِفُونَ فٖيهِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُونِ
— Français —
Et quand Jésus apporta les preuves, il dit : "Je suis venu à vous avec la sagesse et pour vous expliquer certains de vos sujets de désaccord. Craignez Allah donc et obéissez-moi.
— Türkçe —
﴾63-64﴿ Îsâ sağlam kanıtlarla geldiğinde şöyle dedi: “Size hikmeti getirdim ve anlaşmazlığa düştüğünüz bazı konuları açıklamaya geldim. Allah’a itaatsizlikten sakının ve bana uyun. Kuşkusuz Allah benim de rabbimdir, sizin de rabbinizdir. Şu halde O’na kulluk edin; işte bu dosdoğru yoldur.”
43:64
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّٖي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُؕ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقٖيمٌ
— Français —
Allah est en vérité mon Seigneur et votre Seigneur. Adorez- Le donc. Voilà un droit chemin.
43:65
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَلٖيمٍ
— Français —
Mais les factions divergèrent entre elles. Malheur donc aux injustes du châtiment d’un jour douloureux !
— Türkçe —
Gruplar aralarında anlaşmazlığa düştüler. Haksızlığa sapanların, elem verici bir günün azabından çekecekleri var!
43:66
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
— Français —
Attendent-ils seulement que l’Heure leur vienne à l’improviste, sans qu’ils ne s’en rendent compte ?
— Türkçe —
Bütün yaptıkları, kendileri farkında bile olmadan kıyametin ansızın kopmasını beklemekten ibaret!
43:67
اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّقٖينَؕࣖ
— Français —
Les amies, ce jour-là, seront ennemies les uns des autres; excepté les pieux.
— Türkçe —
Allah’a itaatsizlikten sakınanlar dışında, dostlar bile o gün birbirinin düşmanıdır.
43:68
يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ
— Français —
"Ô Mes serviteurs ! Vous ne devez avoir aucune crainte aujourd’hui; vous ne serez point affligés,
— Türkçe —
﴾68-69﴿ Ey kullarım, âyetlerimize iman edenler ve emirlerimize boyun eğenler! O gün size korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceksiniz.
43:69
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمٖينَۚ
— Français —
Ceux qui croient en Nos signe et sont musulmans,,
43:70
اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ
— Français —
"Entrez au Paradis, vous et vos épouses, vous y serez fêtés".
— Türkçe —
Siz ve eşleriniz, muhteşem bir şekilde karşılanıp ağırlanmak üzere cennete girin.
43:71
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَفٖيهَا مَا تَشْتَهٖيهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ فٖيهَا خَالِدُونَۚ
— Français —
On fera circuler parmi eux des plats d’or et des coupes; et il y aura là [pour eux] tout ce que les âmes désirent et ce qui réjouit les yeux ; - "et vous y demeurerez éternellement.
— Türkçe —
Orada altın tepsiler ve bardaklar cennetliklerin çevrelerinde dolaştırılacaktır. Orada canların istediği, gözlerin zevk aldığı her şey vardır ve siz orada sonsuza kadar kalıcısınız.
43:72
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتٖٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
— Français —
Tel est le Paradis qu’on vous fait hériter pour ce que vous faisiez.
— Türkçe —
İşte bu, yapıp ettiklerinizle girmeyi hak ettiğiniz cennettir.
43:73
لَكُمْ فٖيهَا فَاكِهَةٌ كَثٖيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ
— Français —
Il y aura là pour vous beaucoup de fruits dont vous mangerez".
— Türkçe —
Orada sizin için çeşitli meyveler vardır, onlardan âfiyetle yersiniz.
43:74
اِنَّ الْمُجْرِمٖينَ فٖي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
— Français —
Quant aux criminels, ils demeureront dans le châtiment de l’Enfer,
— Türkçe —
﴾74-75﴿ Günaha batıp kalmış olanlar kuşkusuz cehennem azabında devamlı kalacaklar, azapları hafifletilmeyecek ve (kurtuluştan) ümit kesip susacaklar!
43:75
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فٖيهِ مُبْلِسُونَۚ
— Français —
qui ne sera jamais interrompu pour eux et où ils seront en désespoir.
43:76
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِمٖينَ
— Français —
Nous ne leur avons fait aucun tort, mais c’étaient eux les injustes.
— Türkçe —
Biz onlara haksızlık etmedik, kendilerine haksızlık edenler onlardır.
43:77
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَؕ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ
— Français —
Et ils crieront : "Ô Mâlik ! Que ton Seigneur nous achève !" Il dira : "En vérité, vous êtes pour y demeurer [éternellement] !"
— Türkçe —
“Ey Mâlik, rabbin bizim işimizi bitirsin!” diyecekler; o da “Burada kalıcısınız” cevabını verecektir.
43:78
لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
— Français —
"Certes, Nous vous avions apporté la Vérité ; mais la plupart d’entre vous détestaient la Vérité".
— Türkçe —
Şüphesiz size gerçeği bildirmiştik, fakat çoğunuz o gerçeği kabul etmek istemediniz.
43:79
اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ
— Français —
Ont-ils pris quelque décision [entre eux] ? Car c’est Nous qui décidons !
— Türkçe —
Onlar bir şeye kesin karar verdilerse biz de vermişizdir.
43:80
اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْؕ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
— Français —
Ou bien escomptent-ils que Nous n’entendons pas leur secret ni leurs délibérations ? Mais si! Nos Anges prennent note auprès d’eux.
— Türkçe —
Yoksa onlar, gizlediklerini ve fısıldaştıklarını bizim işitmediğimizi mi sanıyorlar! Hayır! Doğrusu şudur ki onların yanındaki elçi meleklerimiz her şeyi kaydediyorlar.
43:81
قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌࣗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِدٖينَ
— Français —
Dis : "Si le Tout Miséricordieux avait un enfant, alors je serais le premier à l’adorer".
— Türkçe —
﴾81-82﴿ De ki: “Rahmân’ın çocuğu olsa ona ibadet edenlerin başında ben olurum. Göklerin ve yerin rabbini, arşın rabbini onların yakıştırdığı niteliklerden tenzih ederim”.
43:82
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
— Français —
Gloire au Seigneur des cieux et de la terre, Seigneur du Trône ; Il transcende de ce qu’ils décrivent.
43:83
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذٖي يُوعَدُونَ
— Français —
Laisse-les donc s’enfoncer dans leur fausseté et s’amuser jusqu’à ce qu’ils rencontrent le jour qui leur est promis.
— Türkçe —
Geleceği kendilerine söylenen günlerine ulaşıncaya kadar bırak onları dünyaya dalıp eğlensinler!
43:84
وَهُوَ الَّذٖي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌؕ وَهُوَ الْحَكٖيمُ الْعَلٖيمُ
— Français —
C’est Lui qui est adoré dans le ciel et adoré sur Terre ; et c’est Lui le Sage, l’Omniscient !
— Türkçe —
Gökteki ilâh da O’dur, yerdeki ilâh da O’dur. O sınırsız hikmet ve ilim sahibidir.
43:85
وَتَبَارَكَ الَّذٖي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
— Français —
Et béni soit Celui à qui appartient la souveraineté des cieux et de la terre et de ce qui est entre eux. Il détient la science de l’Heure. Et c’est vers Lui que vous serez ramenés.
— Türkçe —
Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların mülkiyeti kendisinin olan, kıyametin kopacağı zamanı yalnızca kendisi bilen ve kendisine döneceğiniz Allah’ın şanı ne yücedir!
43:86
وَلَا يَمْلِكُ الَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
— Français —
Et ceux qu’ils invoquent en dehors de Lui n’ont aucun pouvoir d’intercession, à l’exception de ceux qui auront témoigné de la vérité en pleine connaissance de cause.
— Türkçe —
Allah’ı bırakıp kendilerine dua ettikleri varlıklar asla şefaat edemezler; bilerek hakka tanıklık edenler başka.
43:87
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ
— Français —
Et si tu leur demandes qui les a créés, ils diront très certainement : "Allah". Comment se fait-il donc qu’ils se détournent ?
— Türkçe —
“Onları kim yarattı?” diye sorsan kuşkusuz “Allah yarattı” diyecekler. Şu halde (Allah’ı bırakıp) nasıl onlara dönebiliyorlar!
43:88
وَقٖيلِهٖ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۘ
— Français —
Et sa parole (la parole du Prophète à Allah) : "Seigneur, ce sont là des gens qui ne croient pas".
— Türkçe —
Allah, peygamberin “Ey rabbim! Bunlar iman etmemekte direnen bir topluluk” dediğini de biliyor.
43:89
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌؕ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
— Français —
Et bien, éloigne-toi d’eux (pardonne-leur); et dit: "Salut !" Car ils sauront bientôt.
— Türkçe —
Onları bırak ve “Sizinle kavgam yok” de. Yakında bilecekler!